Tehlikeli rüyaların, kolektif kâbusların, tekinsizin, dehşetin ve arzunun yönetmeni… Çoğu sinemaseverin hayatına bir yerinden dokunmuş olan sürrealist sinemanın dahisi David Lynch’i geçtiğimiz haftalarda kaybettik.
“Hayat çok fazla karmaşık. Bu yüzden filmlerin de karmaşık olmasına saygı duyulması gerekir.”
David Lynch, yönetmenlik mesleğiyle birlikte yürüttüğü çok yönlü bir kariyer hayatına sahiptir. Sinema ve resim sanatındaki yeteneğinin yanı sıra usta yönetmenin daha birçok alanda yetenekli olduğunu söylemek yanlış olamayacaktır. Bu yazımızda kendisini anmak adına; mobilya tasarımı, fotoğrafçılık ve müzisyen kimliğiyle de bilinen David Lynch’in ağırlıklı olarak sinema sektöründeki başarılı kariyerinden söz ediyoruz.
David Lynch filmleri, çoğu zaman anlatım biçimi ve simgeleri kullanım tarzıyla karmaşık bir imaja sahiptir. İzleyicisini tamamen gerçek hayatın bağlamından alıp farklı hikâyelerin dünyasına götüren yönetmenin bu aykırı tarzına, çok etkilendiği resim sanatının da tesiri kuşku götürmeyecek bir gerçeklik olarak görülmektedir. Yönetmen de bu savı desteleyerek sinema sektöründeki kariyerine ilk adımını, resimlerinin hareket ettiğini görme arzusu ortaya çıktığında attığını belirtmektedir. Tüm bunlar ekseninde ilk yönetmenlik deneyimini 1966 yılında bir nevi öğrencilik projesi olarak gerçekleştirmiş, daha sonra ise 1967 yılında 4 dakikalık animasyon ve canlı aksiyonun karışımı olan “The Alphabet” adlı ikinci kısa filmini çekmiştir. 1974 yılında ise “The Amputee“ adlı diğer bir kısa filmini yönetmiştir.
Film kariyerine kısa filmlerle başlayan yönetmen, yavaş yavaş kazandığı kendine has bir ünle birlikte film sürelerini arttırarak 1970 yılında 34 dakikalık “The Grandmother” filmini çekmiştir. Bu kısa filmin, kendine has tuhaf ve bunaltıcı bir havaya sahip olması onun sinema sektöründeki aykırı, tuhaf, karmaşık filmlerin ünlü yönetmeni olarak anılmasının ayak sesleri olarak değerlendirilebilir.
Etkili bir yönetmen olma yolunda yavaş yavaş ilerleyen Lynch, 1971 yılında AFI’a girmiştir. Başarılı olmayan ve çekilmeyen bir film girişiminin bunalımını yaşarken 1977 yılında AFI’dan hibe edilen 10.000 dolarla ilk uzun metrajlı filmi “Eraserhead”i çekmiştir. 89 dakika süren film, siyah beyaz olarak çekilmiştir ve distopik bir havaya sahiptir. Arazide yaşayan ve kız arkadaşının terk ettiği deforme olmuş bebeğin bakımıyla ilgilenen sessiz genç bir adam olan Henry’nin hikâyesini anlatan filmi çekerken Philadelphia’nın korkulu ruh hâlinden büyük ölçüde etkilenen Lynch, bu filminden “Philadelphia Hikâyem” olarak bahsetmektedir. Başlangıçta birçok sert eleştiri alan film daha sonra destek almış ve hatta Stanley Kubrick filmi tüm zamanların en sevdiği filmlerinden biri olarak değerlendirmiştir.
David Lynch’in altın çağını yaşamaya başladığı film ise 1980 yılında vizyona giren “The Elephant Man” filmidir. Oyuncu kadrosunda Anthony Hopkins, John Hurt ve Anne Bancroft gibi isimlerin olduğu film konusunu gerçek hayattan almıştır. 19. yüzyılda İngiltere’de nadir görülen bir hastalığa yakalanan bir adamı anlatan film, 8 dalda Oscar’a aday olarak kritik bir başarı elde etmiştir.
Sinema sektöründeki kariyerine hızla devam ederek 1984 yılında “Dune” filmini çekmiştir. 45 milyon dolar gibi, zamanının dev bütçesiyle çektiği film beklenileni verememiştir. Frank Herbert’in aynı adlı romanından uyarlanan bilim kurgu türündeki film, insanların feodal bir düzende yaşadığı yıldızlararası bir evrende geçmektedir.
Başarısız olarak nitelendirilen filmin ardından 1986 yılında “Blue Velvet” adlı filmi sektöre kazandırmıştır. Bu filmle birlikte bir önceki filmdeki başarısızlığını telafi eden yönetmen, “En İyi Yönetmen” dalında Oscar adaylığını da kazanmıştır.
1990 tarihli “Wild at Heart” filmi, şiddet ve bilinmezlik kargaşası ortasında, gerçekten de vahşi bir aşk öyküsüdür. Lynch’in belki de en somut filmlerinden biridir.
90’lı yıllarla birlikte yönetmen, TV dünyasına giriş yapmaya ve 1990 yılında “Twin Peaks”i çekmeye başlamıştır. Popüler lise öğrencisi Laura Palmer‘ın öldürüldüğü küçük bir Washington kasabasında geçen bir drama dizisi olan Twin Peaks, 32 bölüm çekilmesine rağmen, Körfez Savaşı’nın patlak vermesiyle sadece 29 bölümüyle seyircisiyle buluşmuştur. Dizi 2017 yılında ise sevenleriyle tekrar bir araya gelmeye devam etmiştir.
1997 yılında TV işlerine ara veren Lynch, ticari olarak başarısız sayılan ve birçok karışık eleştiriyle sonuçlanan “Lost Highway” filmini çekmiştir. Kötü eleştirilere rağmen müzikleriyle dikkatleri üzerine çeken filmde; Marilyn Manson, David Bowie ve Rammstein gibi ünlü müzisyenlerin kaydettiği şarkılar yer almaktadır.
1999 yılında “The Straight Story” isimli filmini çeken David Lynch; bu filmle Cannes’da “En İyi Yönetmen” ödülünü kazanmıştır. Yönetmenin bu filmi diğer filmlerinden ayrı bir yere sahiptir. Filmde yönetmenin diğer filmlerine kıyasla küfür, cinsellik ve şiddet namına bir ize rastlanmamaktadır.
David Lynch, sinema kariyerine birçok kafa karıştırıcı, insanı adeta zihin labirentlerinde dolaştıran filmleriyle kendine has bir yoruma sahiptir. Bunun en açık örneklerinden biri ise 2001 yılında vizyona giren “Mulholland Drive” filmidir. Hollywood’un karanlık denilebilecek yönlerine odaklanan, yönetmenin sürrealist yaklaşımının izlerine rastladığımız filmin başrollerinde; Naomi Watts, Laura Harring, Justin Theroux gibi oyuncalar yer almaktadır. Bu film David Lynch’e 2001 yılında Cannes’ta “En İyi Yönetmen Ödülü” ve “Akademi Ödülü” adaylığı kazandırmıştır. Buna ek olarak film Boston film eleştirmenleri tarafından “En İyi Film” ve “En iyi Yönetmen” kategorisinde Lynch‘e başarı getirmiştir.
Son olarak 2006 yılında “Inland Empire” isimli filmi vizyona girmiştir. Filmin yönetmenliği dışında, sinematografisi, kurgusu ve müzikleri de Lynch’e aittir.
Ayrıca David Lynch‘in tüm yönleriyle aktarıldığı, 2017’de ülkemizde vizyona giren “The Art Life” adlı belgeseli, başta sinema olmak üzere daha birçok sektörün aykırı ismi David Lynch‘i yakından tanımak isteyenlere öneriyoruz.
“Bütün filmler, kurgulayıp filme almadığınız sürece içine girilemeyen tuhaf dünyalardır. Benim için filmleri önemli kılan şey de budur. Ben tuhaf dünyalara girmeyi seviyorum.”
David Lynch, sanat dünyasına kazandırdığı benzersiz eserlerle milyonların hayranlığını kazanmış bir isimdi. Ancak ne yazık ki, 16 Ocak 2025 tarihinde 78 yaşında hayata veda etti. Ölüm nedeni, ailesinin isteği doğrultusunda basına açıklanmadı.
Lynch'in ölümü, dünya çapında büyük bir üzüntüyle karşılandı. Birçok eleştirmen ve sinema tutkunu, onun sinemaya kazandırdığı yenilikçi bakış açısını ve akıl almaz hayal gücünü hatırlatarak yokluğunun kolay kolay doldurulamayacağını dile getirdi. Yaşamı boyunca söylediği gibi "her şeyin merkezinde gizem olduğunu" kanıtlayan bir sanatçı olarak eminiz ki hep hatırlanacak.